16 Kasım 2010 Salı

16 Kasım 2010, Salı

Uzun bir bayram tatili. Evde yalnızım. Kitaplığımla ilgili işleri bitirmeye kararlıyım bu tatilde. Terastaki paketlerin odaya taşınıp açılma işi bitti biraz önce. Bazı raflar yeniden düzenlenecek. Atmaya devam ediyorum kitapları, sanırım biraz daha atacağım. Yine de bazı raflar çift sıra oldu. Ara vermezsem iki üç gün daha sürecek bu iş...

Edebiyat ve dil kitaplarının hemen hepsini elde tutmaya çalışıyorum. Biraz da tarih, felsefe, politika kitapları...

Düzenli yazma disiplini uygulayacağım kendime. Yılda iki üç yazı ancak yazabiliyordum son üç beş yıldır. Zaten zor ve yavaş yazan biriyim. Artık sıklaştırmalıyım yazmayı. İki kitap var bitirilmesi gereken, eskilerin de baskılarının yenilenmesi şart. Günlük yaşamın içinde de değilim uzun zamandır; derneklerle, politik gruplarla, değişik etkinliklerle ilgim az. Öyleyse daha çok yazmalıyım. Neye yarayacaksa bu da...

Bu yıl kış sert geçecek deniliyordu ama bu sıralar güneş ısıtıyor ortalığı. Şu anda teras ve balkon kapım açık. Akşam değişik şeylerle oyalanacağım. Dergileri karıştırırım, film izlerim, belki bir şeyler de karalarım.

Şimdilik bu kadar. İstediğim havayı yakalayamadım bu günlükte de. Defterlere alışkınım, doğrudan ekrana yazamıyorum sanırım...

31 Ekim 2010 Pazar

31 Ekim 2010, Pazar

Hava güneşli ama biraz serin. Ankara sonbaharı. Ne çok yağdı yağmur bu yıl!.. Ağaçların yaprakları tam sararmadı hâlâ... Biraz çalıştıktan sonra, uzun zamandır uğramadığım Altınpark'a gitmeyi düşünüyorum. Altınpark sanırım güzel zamanlarından birini yaşıyordur. Ağaç çeşitliliği ile bilinen bir yer. Rengarenktir şimdi. Biraz yürürüm, çay içerim, gözleme yerim, kitap okurum biraz da... Fotoğraf makinemi bir türlü bulamıyorum. Böyle şeyler tam da gerektiği zaman bulunamaz. Evin boyanma sürecinde kayboldu...

Önce çalışayım biraz. Sonra dergileri karıştırayım. Türk Edebiyatı dergisindeki "Babalar ve Oğulları" dosyası ilgimi çekmişti, onu bitiririm. Sonra Altınpark'ta sonbaharı gözlemlemeye...

30 Ekim 2010 Cumartesi

30 Ekim 2010

Terastaki kütüphanemi boyatmak zorunda kaldım, bir iki onarım işi de vardı. Duvarların tümünü işgal eden kitapları torbalarla terasa taşıdım (Erhan sağolsun, yardım etti). Bütün kitaplar ister istemez birbirine karıştı. İş kitapları yerleştirmeye gelince...

Bazıları okuduğundan fazla kitap alır, ben o tiplerdenim. Çook eskilerde her konuda okurduk. Ne de olsa politik önderlik peşindeydik. Her konuda söyleyecek sözümüz olacak ya... Tarih, felsefe, ekonomi, edebiyat... Temel kaynak sayılabilecek her kitabı alırdık o zamanlar. Hepsini okyamazdık elbette, nasıl okuyalim ki o kadar kitabı! Ama her birini tek tek taramadan da geçirirdik. Böylece pek çok konuda, yüzeysel de olsa bilgi sahihi olurduk...

Bu konunun anlatımını sonraya bırakmak en iyisi, söz bitmez çünkü...

Terastaki kitapları raflara yerleştirme işine gelince... Fırsat bu deyip yeni bir düzen kurmaya giriştim ister istemez. Zaten tematik düzen bozulmaya başlamıştı, aynı konuya ilişkin kitaplar farklı yerlere savruluyordu uzun zamandır. Ben de , fırsat bu, deyip başladım yeni bir düzen kurarak yerleştirme işine. Öte yandan, atmayı düşündüğüm kitaplar için de fırsat doğmuştu, onları da ayıklamaya başlayacaktım. Akşamlarımı, hafta sonlarını bu işe ayırdım... At at bitmiyor kitaplar, her akşam çöpçü torbalar dolusu kitabı indiriyor belediyenin bu tür atıklar için verdiği kutuya... Bir yandan da aynı konuya ilişkin kitapları aynı bölüme yerleştirme işi aksıyor. Çünkü o konunun kitapları sığmayınca bir aradaki raflara, ya yeniden başlıyorum değişik biçimde yerleştirmeye, ya da bir kısmını daha atıyorum onların...

Bütün bunlara karşın beş altı paket kaldı, yani çoğu gitti azı kaldı yerleştirme işinin. Ama bir korku hep içimde: Ya yeni paketlerdeki kitaplar, yerleştirdiğim konularla ilgili çıkarsa -ne de olsa hepsi aklımda değil- ve düzeni yeniden kurmaya başlarsam...

İlk günlük olarak biraz dağınık oldu. Sonrakilerde konuyu sınırlandırmaya çalışacağım... Kim okuyacaksa bunları, neye yarayacaksa bu yazdıklarım...