6 Nisan 2022 Çarşamba

"Türkoloji İçin Dilbilim" Kitabındaki Bazı Kavramlar Üzerine

Kerim Demirci’nin “Türkoloji İçin Dilbilim / Konular Kavramlar Teoriler” adlı kitabı[1]  bir bakıma alanında yazılan ilk kitap. Demirci, ülkemizdeki “Türkolojinin tek sıkıntısı”nın “bugüne kadar dilbilim ile tam manasıyla telif edilmemiş olması”ndan kaynaklandığı gibi yerinde bir saptamayla yazmış bu kitabını. Gerçekten de modern dilbilim yakın dönemlere kadar bizim üniversitelerimizin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümlerinde pek okutulmamış, ağırlıklı olarak yabancı diller bölümlerinde okutulmuştur. Dilbilimle ilgili yayımlanmış kitaplara şöyle bir göz atmak bu durumu anlayabilmek için yeterli. Demirci’nin kitabı bu iki alanı buluşturan iyi bir kaynak olacağa benzemektedir.[2] Ancak bir iki önemli eleştirim var.

Bazı savrukluklara, özensizliklere, dikkatsizliklere rastlıyoruz bu kitapta. Sözgelimi hâlâ “imlâ”, “İmlâ Kılavuzu” deniyor (s. 7-17 / 35-112 vb). TDK , “İmlâ Kılavuzu” adını yıllar önce “Yazım Kılavuzu” biçiminde değiştirdi, “l”den sonra gelen “a”lardaki düzeltme imini de (“imlâ < “imla” gibi) çoktan kaldırdı bu kılavuzda.

Bir başka örnek. “Sözcük” ve “kelime”, terim bağlamında eşanlamlıdır; dolayısıyla “kelime bilgisi” ile “sözcük bilgisi” tamlamaları aynı kavramı karşılar. Böyle durumlarda, “Leksikon, kelime anlamına gelen Yunanca bir sözcüktür, leksikoloji de kelime bilgisi veya söz varlığı demektir. Sözcük bilgisi diyenler de var.” (s. 52 / 159) diye yazılamaz, böyle yazana da pek rastlanmaz. Yani “kelime” ve “sözcük”, “cümle” ve “tümce” gibi eşanlamlı terimler için “…diyenler de var” sözü kullanılamaz. Bu ifade biçimi ancak farklı sözcük, adlandırma ya da terimlendirme için geçerlidir. Sözgelimi “gösterge” ile “işaret”, “ses aktarımı” ile “göçüşme”, “büyük ünlü uyumu” ile “ünlülerde kalınlık-incelik uyumu” gibi farklı, sözlüksel eşanlamlılık dışı durumlarda ancak “diyen de vardır” ifadesi yerinde olur. Bu tür farklılıklar biraz da değişik, eleştirel yaklaşımları iması içerir… Anlatım duruluğu bakımından bu tümce, “…kelime (sözcük) (sözcük) bilgisi veya söz varlığı demektir” biçiminde olmalıdır.

Bir yerde de şöyle denmiş: “Asonans sesli harflerin ustaca tekrarından doğan sanatsal söyleyiştir” (s. 33 / 106). “Sesli” terimi, “sessiz”lerin de bir “ses” olduğu anlaşılalı beri kullanılmıyor, “ünlü” terimi uzun zaman önce onun yerini aldı. Bu tümcenin ikinci sorunlu yanı, asonansı harf üzerinden tanımlaması. Bilindiği gibi “dil” esas olarak konuşmaya dayalı bir varlık olarak kabul edilir, incelenir, tartışılır; çünkü yazı, dilin ancak bir yüzey üzerindeki grafiği, gölgesi, vb’dir (burada Derrida kendini anımsatıyor istemez ama konuşma-yazı tartışması elbette bambaşka bir konu). Asonans ve aliterasyon da “harf” değil “ses” yinelemesi olarak kabul edilip tanımlanır.

Kuramsal konulardaki eleştirilerimden bazılarına gelince.

“Edilgin fiilli cümlelerin ögelerinin tespiti ve adlandırılması” konusunda farklı konular birbirine karışmış görünüyor. (s. 76-78 / 199-201) Sözgelimi önce “Çimler bahçıvan tarafından kesildi” tümcesinin ögeleri tartışılıyor (edilgen fiil: kesildi). Bu tümcenin çözümlenmesindeki “sözde özne: çimler” ve “zarf: bahçıvan tarafından” kabullerinin yüzey yapıya dayandırıldığının algı sıkıntısına ve arızalara yol açtığı ileri sürülüyor. Yüzey yapıya bakılarak saptanan “sözde/görünen/yüzeyde özne” vb durumlar yerine derin yapıya dayalı çözümlemeler öneriliyor bir bakıma. “Bu cümle üç şekilde ögelerine ayrılabilir” denerek yapılan çözümlemeler de şöyle:

Çimler (özne) bahçıvan tarafından (zarf tümleci) kesildi (yüklem)

Çimler (sözde özne-özde nesne) bahçıvan tarafından (örtülü özne) kesildi (yüklem)

Bahçıvan (özne) çimleri (nesne) kesti (yüklem)

İlk iki tümcenin, aynı olmasına karşın öge adlandırmaları farklı. Aynı birime iki ayrı adlandırma yapılamayacağı için bu tümcelerin öge çözümlemeleri tutarlı değil. İki farklı çözümleme anlayışı üzerinden ayrı ayrı örnekler aktarılıyormuş gibi izlenim oluşuyor görünse de, kitapta böyle bir yaklaşım yer almıyor.

Ögeler şöyle saptanmalıydı aslında:

Çimler (sözde özne) bahçıvan tarafından (zarf tümleci ya da edat tümleci) kesildi (yüklem).

“Bahçıvan” sözcüğünün, yüklemi tümlemediği için, her ögenin doğrudan yüklemle bağlantılı olması kuralı gereği, öge görevini tek başına üstlenmesi söz konusu değildir. Eylemin gerçekleşmesinde asıl etkin olanı bildirdiği için, tümcenin ögesi olarak, ancak açıklayıcı bir terim bağlamında  (dikkat: “bahçıvan tarafından”a değil, “bahçıvan”a) “örtülü özne” denebilir.

Gözden kaçırılan, “Çimler bahçıvan tarafından kesildi” ile “Bahçıvan çimleri kesti” tümcelerinin aynı anlamda olmadığıdır. Bu bakış açısıyla tüm edilgen yapılarda “anlam muğlaklığı” olduğu kabul ediliyor. “Savaştan korkulur”, “İzmir’e gidildi”, “Düşene gülünür” tümcelerinin derin yapılarının “Bazı insanlar savaştan korkarBazı insanlar/biri İzmir’e girdiBazı insanlar/biri düşene güler şeklinde olması beklenir” diye başlanarak şöyle sürdürülüyor tezler:

Bu örneklerdeki anlam muğlaklığı dönüşümler (transformation) sayesinde açık hale gelir. Derin yapı ile yüzey yapı arasındaki anlam netleştiren geçiş dönüşümler sayesinde olur. Dilin sentaktik ve morfolojik yapısına göre yapılan dönüşümler derin yapıda mevcut olup yüzeyde algılama sıkıntısına sebep olan arızaları tamir eder. (s. 78 / 201)

Yanılgı, edilgen ve etken eylemli tümceler arasındaki anlam farklarının görülmemesiyle, hatta kabul edilmemesiyle ilgili. Dil, bu tür farklılıkları ortaya çıkarmışsa, böyle bir işleyiş geliştirmişse mutlaka bir gereksinim, anlam farklılıkları söz konusudur. Sözgelimi “etkin (gerçek) özne”nin saklanma gereksinimi, önemsizleştirilmesi ya da önemsiz görülmesi gibi nedenler değil midir edilgen yüklemli tümcelerin nedeni?

Belki “anlam” ya da “dil belirsizliği” kavramı yanlış biliniyor ya da yanlış yorumlanıyor. İletişim ortamı içinde “İzmir’e gidildi” gibi edilgen söyleyiş bazen anlam belirsizliği sonucu doğurabilir. İletişim terimleriyle söylersek, “alıcı (hedef)”, kimin, hatta ne zaman İzmir’e gittiğini merak edip “kaynak (verici)” tarafından açıklama yapılmasını, “iletiye” açıklık getirilmesini isteyebilir.

Öge konusunda bir iki şey daha söylemek gerekiyor.

Ayrıntılı kuramsal tartışmalara girmeden kısaca belirtirsek, bir tümceyi -dikkat, sözceyi değil- çözümlüyoruz sonuçta, elbette öge adlandırması yüzey yapıya göre yapılacaktır. Çünkü “tümce” ve “tümcenin ögeleri” dilbilgisel kavram ve terimlerdir. Öte yandan, “Çimler bahçıvan tarafından kesildi” ile “Bahçıvan çimleri kesti” tümceleri de ayrı ayrı yüzey yapıdır; bu nedenle öge adlandırmaları da farklı olacaktır. Chomsky’nin “Üretken Dönüşümlü Dilbilgisi” kuramı ve dilin ya da metnin anlambilimsel, göstergebilimsel, yapısal, psikanalitik, sosyolojik, politik vb çözümleme işlemleri dilbilgisinin kavramlarını kendi diline dönüştürmek zorundadır. İşte o zaman gerçek anlamda yüzey ve derin yapı kavramları işin içine girmeye başlar.

Kerim Demirci’nin “gerçek anlam” kavramını tanımlama ve açıklama biçimi de sorun içeriyor:

Ne zaman ortaya çıktıklarını kesin olarak bilmesek de kelimelerin ilk ortaya çıktıklarında karşıladıkları birincil anlam onların gerçek anlamı yahut temel anlamı olarak kabul edilir. Gerçek anlama sözlük anlam denilse de sözlükte kelimenin karşısında sıralanan anlamlardan ilk sıradaki gerçek anlam olarak bilinir. (s. 86 / 224. Bir iki ekleme ve düzeltme yapıldığı için son biçimini alıntıladım.) 

Sözcüklerin “ilk ortaya çıktıklarında karşıladıkları” anlamları nereden, nasıl bilebiliriz ki? Böyle artzamanlı anlam araştırmaları ancak kökenbilim (etimoloji) sözlüklerinin işidir. Gerçek anlam, temel anlam, düzanlam, yananlam gibi kavramlar birbirlerini bağladığı ya da koşulladığı için aynı eşzamanlılık bağlamında ele alınıp tanımlanır. Eski bir sözcüğün bırakın “ilk ortaya çıkış” anlamını, iki üç yüzyıl önceki başat (temel) anlamı ile yan ve değişmece anlamları bile günümüzdeki anlamlarına hiç uymayabilir. Bütün bunları göz önüne aldığımızda, Demirci’nin yaklaşımına göre, sözcüklerin çoğunluğunun “gerçek yahut temel anlamı” sözlüklerde yer almıyordur, yer alamaz da zaten. Çünkü tarihin derinliklerinde yitip gitmiştir bu anlamlar.

“Gerçek anlam yahut temel anlam” özdeşliğini daha önce birkaç kez tartıştığım için geçiyorum.

Bu kitaptaki “anlam ekseni” kavramı daha da sorunlu görünüyor. Bu kavramın tanımı ve bazı açıklamalar şöyle:

Anlam ekseni esas itibariyle bir tasnif meselesidir. Birbiriyle alakalı olan kelimeleri bir gruba koyma, alakasızları birbirinden ayırma işidir. Mesela jilet, tıraş köpüğü, sakal, havlu gibi kelimeler bir arada olunca insan zihninde bir tıraş olma durumu canlanmaktadır. Bu kelimeler bir anlam etrafında birleşmişlerdir. Bunların arasına mesela “bulgur” kelimesini koyarsak “bu da nereden çıktı!” tepkisini alırız. Aynı şekilde hepsi su ile alakalı olsa da dere, ırmak, çay, nehir bir anlam eksiniyken göl, deniz, umman ve okyanus başka bir anlam ekseni oluşturmaktadır.

Divan edebiyatında tenasüp sanatı diye öğrendiğimiz de bundan başka bir şey değildir. (s. 94 / 231-232).

Örneklere dikkat edilirse, bir “eksen” değil, bir “toplulaşma, alan oluşturma” söz konusu. İşin aslı, bu kitaptaki açıklamalar ve örneklemeler, Türkçeye “anlam ekseni” diye çevrilen “semantic exis” kavramına değil, “anlam alanı” ya da “anlamsal alan” diye çevrilen “semantic field” kavramına ilişkin. “Anlam alanı” kavramının tanımı tam da böyle verilmektedir kimi sözlüklerde.[3]

“Anlam ekseni” kavramının tanımı için Mehmet Rifat’ın sözlüğüne bakalım şimdi:

anlam ekseni (Fr. axe sémantique; İng. semantic axis; İt. asse semantico)

Göstergebilimde ya da anlambilimde karşıt iki anlamsal öğenin kesiştiği, kavranabilirliklerini sağlayan ortak nokta. Sözgelimi, büyük/küçük karşıtlığı “boyut”; genç/ihtiyar karşıtlığı “yaş”; sıcak/soğuk karşıtlığı “ısı”; acele/yavaş karşıtlığı “hız”; üzülme/sevinme karşıtlığı “duygu” anlam ekseninde kavranabilir.”[4]

Demirci’nin “anlam ekseni” diye açıklamasını yaptığı “anlam alanı (semantic field) kavramı Osman Toklu’da “sözcük (kavram) alanı kuramı” biçiminde geçmektedir. Toklu’ya göre, “Trier 1931’de yazdığı Akıl Kavram Alanı İçinde Alman Sözvarlığı. Bir Dil Alanının Tarihi adlı kitabıyla anlam alanı kuramının kurucusu sayılır.”[5]

Bazı dilbilim ve göstergebilim kavramlarında karmaşa yaşandığını hemen herkes bilir. Bu ki kavram konusunda karışıklık pek yok ama “anlamsal alan”ın tanımı Kıran’ların kitabında diğerlerinden farklı veriliyor:

Bir metinde birçok kez kullanılan aynı sözcüğün almış olduğu anlamların tümüne o sözcüğün anlamsal alanı denir. Kısacası, düzanlam + yananlamların tümü, bir sözcüğün anlamsal alanını oluşturur. Örneğin Türkçedeki “ateş” sözcüğünün değişik bağlam ve durumlarda aldığı anlamların tümüne o sözcüğün anlamsal alanı denir.[6]

Z. Kıran’ın bu tanımı aslında “çokanlamlılık” kavramına ilişkindir. Çokanlamlılığın ne olduğu konusunda ise -Z. Kıran’ın adlandırması dışında- tartışma pek yok.

 


[1] Kerim Demirci, Türkoloji İçin Dilbilim / Konular Kavramlar Teoriler, Ankara: Anı Yayıncılık, Yenilenmiş 5. Baskı 2021 (1. Baskı: 2013).

[2] Bu yazı, kitabın ilk baskısı için o dönem yazılmış, son baskısına göre gözden geçirilmiştir. Kitapla ilgili saptamaların geçerliliğini koruduğu, eleştirilen konularda herhangi bir değişikliğin yapılmamış olduğu görülmüştür. Verilen sayfa numaralarının ilk birinci baskıyı, ikincisi son baskıyı göstermektedir.

[3] Bkz: Berke Vardar yönetiminde Açıklamalı Dilbilim Terimleri Sözlüğü, abc Kitabevi, 1988 (anlamsal alan biçiminde); Kâmile İmer-Ahmet Kocaman-A. Sumru Özsoy, Dilbilim Sözlüğü, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2011 (anlam alanı kuramı biçiminde) ve diğer sözlükler.

[4] Mehmet Rifat, Açıklamalı Göstergebilim Sözlüğü, İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları, 2013.

[5] Doç Dr. M. Osman Toklu, Dilbilime Giriş, Ankara: Akçağ, 2013, s. 100.

[6] Prof. Dr. Zeynel Kıran - Prof. Dr. Ayşe (Eziler) Kıran (Yayına Hazırlayan), Dilbilime Giriş, Ankara: Seçkin Yayıncılık, 2001, s. 252.


https://oggito.com/icerikler/turkoloji-Icin-dilbilim-kitabindaki-bazi-kavramlar-uzerine/67396  

05 Nisan 2022   Edebiyat

24 Mart 2022 Perşembe

İlkbahar... Yaza hazırlık... Ürkmez (İzmir)


Bu sabah, kış mevsimini neredeyse aratmayacak biçimde kar  yağmış Ankara'da...
Geçenlerde duydum "Mart dokuz, olmazsa otuz" sözünü. Soğuklar mart ayının dokuzuna kadar bitmezse otuzunu bulurmuş. 

Erken geldim Ürkmez'e, mart ayının ilk günlerinde. Budama yapılırken ben de bulunayım diye düşündüm. Eline testereyi bıçağı alan herkes budamacı!..

Şimdilerde erik ağaçları çiçek dolu olurdu. Bu kez, soğuktan, korka korka ve yavaş yavaş açıyorlar çiçeklerini. İşte bahçemdeki erik ağacının durumu.

Önümüzdeki hafta, kısa bir süreliğine döneceğim Ankara'ya. Dönüşte onarım işleri, bahçeye fide dikimi... Bir ön belleme yaptım, dönüşte bir kez daha..

5 Mart 2022 Cumartesi

SİZİ GİDİ “ECHEL”LER SİZİ!


 Nizamettin UĞUR

 

Birgün gazetesindeki bir köşeyazarı, "Dilseverler yazıyor" başlıklı yazısında (01.06.2020) iki okurunun görüşüne yer vermiş.

Okurlarından biri, "Çoğul olan personel  yerine personeller denmesi"ni yanlış buluyor.

Personel sözcüğünün durumu biraz karışık ama ben yabancı kökenli (alıntı) sözcüklerin çoğullarının Türkçede çoğullanıp çoğullanamayacağı üzerinde durmak istiyorum.

Hemen herkesin aynı kanıda olduğu bu konuda ben biraz farklı düşünüyorum.

Dil, o dili konuşanlarca şekillendirilir, yabancı dilleri konuşanlarca değil. Bu şekillenme, uzun bir süreç içinde, dilin kendi anlam yasalarıyla ve ortalamanın-çoğunluğun dili içinde kimlik bularak gerçekleşir.  Dil-zihin ilişkisinin doğal işleyişi gereğidir bu durum zaten.

Bu doğal işleyiş dil içi görece nedenliliğe dayanır. “Masa” sözcüğü ile “masa” kavramı (sakıncası olmakla birlikte, anlaşılabilmesi için “masa” nesnesi de diyebiliriz) arasında nedensizlik vardır. Nedensizlik olduğu için bu varlık her dilde farklı adlandırılır. Ama sözcüklerin yeni yan ve değişmece (mecaz) anlam kazanmasında, birleştirme, türetme ve çekimlenmesinde, uzun yıllar boyunca yerleşmiş bir anlam mantığı, sistematiği işler. İşte bu işleyişe dil içi nedenlilik adı verilir.

“Sıranın başı”, sokağın başı”, “örgütün başı”, “dağ başı” vb. dedikten sonra uç, lider, doruk anlamları için baş yerine bir başka sözcük, sözgelimi kol, parmak, sırt vb. diyemezsiniz.

Yeni doğan erkek çocuğuna “Lale”, kız çocuğuna “Aslan” adını veremezsiniz artık işte bu nedenle.

Sözcük birleştirmelerinde de dil içi görece nedenlilik işler. Bütünün anlamı parçaların (başat, yan ya da değişmece) anlamları tarafından belirler böylece. Sözgelimi “zeytinyağı” sözcüğünde bütün, parçaların doğrudan başat anlamlarıyla oluşmuştur. Başka bir adlandırma ihtimali olmasına karşın “başbakan” dendiğinde ise, bi(r)leşiği oluşturan iki biçimbirim, bütünü yananlamlarıyla belirlemiştir.

“Hanımeli” (çiçek) adlandırmasında da aynı iç anlam mekanizması işlememiş midir? Bu çiçeğin küçüklüğü, narinliği, kokusu eğretilemeli anlamlandırma yoluyla adlandırılmasında ipuçları olmamış mıdır? Ya “aslanağzı” (çiçek),  “gecekondu”, “açıkgöz”, “anayasa”, “biçerdöver”…

Saçma ya da yanlış görünen birleşmelerde bile bu iç mantık, göreceli nedenlilik az çok vardır. “Bilgisayar” bi(r)leşik adı, “bilgi” ve “sayar” sözcüklerinin anlamlarına tam oturmaz, anlamlarının çerçevesini aşar; ama yine de “bilgi” ve “sayma” kavramları temelinde işlevli nesnenin adıdır.

Sözcük türetmelerinde ise dil içi görece nedenlilik çok kesin, çok açık işler. Türkçede bir kez “demirci”, “oduncu”, “sütçü” türetmesini yaptıktan sonra satan kimse, uğraşan kişi, meslek vb. anlamlı “-cı” eki artık başka bir anlamda ya da bu ekin yerine başka bir ek kullanılamaz.

Aynı durum çekim ekleri için de geçerlidir. “Kitap”tan “kitapçı” yaparsınız da aynı anlamı “kitaba” ile veremezsiniz. “Oda” sözcüğüne yönelme anlamını “odayı” ile değil “odaya” ile verebilirsiniz ancak.

Çoğul eklerinde de aynı kesinlikte işler bu sistem. Sözgelimi bir kez “taş-lar” denmiştir; artık Türkçede sözcüklerin çoğullaması “-lar/-ler” ekiyle yapılmak zorundadır: çiçekler, hayvanlar, aşklar… Türkçe zihin-dünya-dil mekanizması ya ad algısı başka türlü işlemez, işleyemez.

Dil içi görece nedenlilik her dilin kendi iç işleyişinde geçerlidir, dillerin işleyişi bu zeminde olmak zorundadır: İngilizcede child-children (çocuk-çocuklar) , bag-bags (çanta-çantalar), foot-feet (ayak-ayaklar), mouse-mice (fare-fareler), woman-women (kadın-kadınlar); Fransızcada cheval-chevaux (at-atlar); Almancada der Fuß - die Füße (ayak-ayaklar), das Fenster- die Fenster (pencere-pencereler)*

Eskiden bu yana bir uyarma, hatta azarlama, cahillikle suçlama ile karşı karşıyayız alıntı sözcüklerin çoğullanması konusunda. Daha çok da Arapça ve Farsçadan geçmiş sözcüklerle ilgili.

Önce kısa bir liste verelim (öncekiler tekil, sonrakiler çoğul):

Akıl-ukala, amel-ameliyat, amil-amele, bahar-baharat, cahil-cühela, ced-ecdad, devlet-düvel, fakir-fukara, fikir-efkâr, garip-gureba (gariban), hak-hukuk), harf-huruf (yetmemiş bir kez daha çoğullanmış: hurufat), hüküm-ahkâm, isim-esma, kâfir-kefere, kısım-aksam, mal-emval, memleket-memalik, meta-emtia, misal-emsal, mülk-emlak, resim-merasim, tacir-tüccar, sınıf-esnaf, sır-esrar, şaki-eşkıya, şey-eşya, ufuk-âfâk, uss(usül)-esas, uzuv-aza, varak-evrak, vehim-evham, velet-evlat, veli-evliya, vuku-vukuat,  zulüm-mezalim…

Bu sözcüklerde çoğullama, “-at” biçimbirimi (amil-ameliyat, ) ve içten bükümle (akıl-ukala, zulüm-mezalim) olmuştur. Bu çoğullama biçimleri Türkçede, dolayısıyla Türk biliş (zihin-algı) dünyasında yer almaz. Eğitimli çok küçük bir kesim bilir bunları ancak.

Türkçede çoğullama “-lAr” biçimbirimi ile yapılageldiği, çoğullamanın dil içi görece nedenliliği bu birim üzerinden işlediği için halk bu sözcüklerin her birini doğal olarak kendi zihin ve dil işleyişine göre çoğullayacaktır, çoğullamıştır da: cahiller, ameleler, fukaralar, kâfirler, tüccarlar, şeyler, eşyalar, veliler, evliyalar…

Başka dillerdeki çoğullama mantığını bilmediği, biliş mekaniğine yabancı olduğu için, Türkçe, bu tür sözcükler arasındaki anlam farkını tekil-çoğul ilişkisinin dışına, sözlükselliğe taşımıştır. Yani anlam farklılaşmasına uğramış apayrı sözcükler olarak kullanıma girmiştir artık bunlar: hak-hukuk, misal-emsal, taraf-etraf, veli-evliya

Onun için de, “-lAr” biçimbirimini taşımayan her sözcük tekildir ve dolayısıyla ancak bu biçimbirimle çoğullanabilir. evraklar, garipler, sınıflar, şakiler, ufuklar

 Arapça ya da Farsça aslı çoğul olan aşağıdaki sözcükler de işte bu nedenle Türkçeye tamamen tekil anlamlarıyla yerleşmiştir:

Ahbap (tekili habib), aidat (tekili â’ide), akran (tekili karin), ambar (tekili enbar)…

Direnen sözcük yok mu peki? Olmaz olur mu hiç! “Erat”, “erkân”, “şuara” gibi bazı sözcükler hâlâ direniyor sözgelimi.

Yabancı dildeki asıl anlamının izi tam silinmemiş sözcükler biraz daha direnir ama sonuç değişmez. Çünkü dil böyle işler.

Biliş böyle işler çünkü. Dil, o dili konuşanların ortaklaşa malı olarak kendi doğallığında evrilir.

Bu işleyiş dilcilerin, eğitimcilerin… elinde değildir.

Dilbilim bu konuda böyle diyor, ben onun yalancısıyım.

Yazıyı bir başka alıntıyla bitireceğim.

İşte Murat Bardakçı’nın yazısından bir bölüm, alt başlık attığı bölümün bir kısmı.

ECHEL DEMEK AZ GELİR

(…)

“Echel”, yani “cahilin cahili”, “en cahil” sıfatı az gelir!

Dünyanın birçok dilinde bazı kelimeler, bir başka kelimenin çoğulu anlamına gelirler. Kelime tekil halden çoğula geçerken değişir ve zaten çoğul olan yeni şekli artık bir daha çoğul yapılmaz. Meselâ, İngilizce’de “çocuk” demek olan “child”ın çoğulu “children” olur; Fransızca’da hayvan mânâsındaki “at”ın karşılığı “cheval”, çoğul hâle gelirken “chevaux”ya döner ve bunların sonuna çoğul eki “s” gelmez.

Bu özellik, bizim Arapça’dan aldığımız bazı kelimelerde de mevcuttur. Hani, İstiklâl Marşı’nın “Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar” mısraında geçen “âfâk” kelimesi var ya, onun gibi... “Âfak” sözü “ufuk”un çoğuludur ve “âfaklar” olmaz.

“Esnaf” da öyle... “Sınıf”ın çoğuludur, “esnaflar” denmez ama kelimenin argo karşılığına takan Türkçe cahillerinin marifetine mal bulmuş Magribî gibi sarılan basınımız günlerdir “esnaflar” diye yazmaktadır ve bu yaptıklarına “echel” demek bile az gelir!**

Demek ki neymiş?

Anadili, sizin iddia ettiğiniz gibi değil,  kendi anlam kurallarına göre işliyormuş…

Size “echel” demek bile az gelir.⁕⁕⁕


                           https://oggito.com/icerikler/sizi-gidi-echeller-sizi/67348 (15.03.2022)



* Bu dillerde sözcükleri çoğul yapma biçimleri bizdeki gibi düzenli değildir, buraya üç beş örnek alınmakla yetinilmiştir.

**  Murat Bardakçı, “Sık kullandığımız kelimelerin kökeni”, https://www.haberturk.com, 25.03.2015.

⁕⁕⁕ Bu sözüm, elbette Birgün gazetesinin değer verdiğim köşeyazarına yönelik değil; böyle konularda fazla iddiacı tutum takınan, kendi gibi düşünmeyenlere küçümseyici davranan, aşağılayıcı sözler söyleyen Murat Bardakçı gibilere yöneliktir.