Nizamettin UĞUR
Birgün gazetesindeki bir köşeyazarı, "Dilseverler yazıyor" başlıklı yazısında (01.06.2020) iki okurunun görüşüne yer vermiş.
Okurlarından
biri, "Çoğul olan personel yerine personeller
denmesi"ni yanlış buluyor.
Personel sözcüğünün durumu biraz karışık ama ben yabancı
kökenli (alıntı) sözcüklerin çoğullarının Türkçede çoğullanıp çoğullanamayacağı
üzerinde durmak istiyorum.
Hemen
herkesin aynı kanıda olduğu bu konuda ben biraz farklı düşünüyorum.
Dil, o dili
konuşanlarca şekillendirilir, yabancı dilleri konuşanlarca değil. Bu
şekillenme, uzun bir süreç içinde, dilin kendi anlam yasalarıyla ve
ortalamanın-çoğunluğun dili içinde kimlik bularak gerçekleşir. Dil-zihin
ilişkisinin doğal işleyişi gereğidir bu durum zaten.
Bu doğal
işleyiş dil içi görece nedenliliğe
dayanır. “Masa” sözcüğü ile “masa” kavramı (sakıncası olmakla birlikte,
anlaşılabilmesi için “masa” nesnesi de diyebiliriz) arasında nedensizlik
vardır. Nedensizlik olduğu için bu varlık her dilde farklı adlandırılır. Ama sözcüklerin
yeni yan ve değişmece (mecaz) anlam kazanmasında, birleştirme, türetme ve çekimlenmesinde, uzun yıllar boyunca
yerleşmiş bir anlam mantığı, sistematiği işler. İşte bu işleyişe dil içi nedenlilik adı verilir.
“Sıranın başı”, sokağın başı”, “örgütün başı”,
“dağ başı” vb. dedikten sonra uç, lider, doruk anlamları için baş yerine bir başka sözcük, sözgelimi kol, parmak, sırt vb. diyemezsiniz.
Yeni doğan
erkek çocuğuna “Lale”, kız çocuğuna “Aslan” adını veremezsiniz artık işte bu
nedenle.
Sözcük
birleştirmelerinde de dil içi görece
nedenlilik işler. Bütünün anlamı parçaların (başat, yan ya da değişmece)
anlamları tarafından belirler böylece. Sözgelimi “zeytinyağı” sözcüğünde bütün,
parçaların doğrudan başat anlamlarıyla oluşmuştur. Başka bir adlandırma
ihtimali olmasına karşın “başbakan” dendiğinde ise, bi(r)leşiği oluşturan iki
biçimbirim, bütünü yananlamlarıyla belirlemiştir.
“Hanımeli”
(çiçek) adlandırmasında da aynı iç anlam mekanizması işlememiş midir? Bu
çiçeğin küçüklüğü, narinliği, kokusu eğretilemeli anlamlandırma yoluyla
adlandırılmasında ipuçları olmamış mıdır? Ya “aslanağzı” (çiçek), “gecekondu”, “açıkgöz”, “anayasa”,
“biçerdöver”…
Saçma ya da
yanlış görünen birleşmelerde bile bu iç mantık, göreceli nedenlilik az çok
vardır. “Bilgisayar” bi(r)leşik adı, “bilgi” ve
“sayar” sözcüklerinin anlamlarına tam oturmaz, anlamlarının çerçevesini aşar;
ama yine de “bilgi” ve “sayma” kavramları temelinde işlevli nesnenin adıdır.
Sözcük
türetmelerinde ise dil içi görece nedenlilik çok kesin, çok açık işler. Türkçede
bir kez “demirci”, “oduncu”, “sütçü” türetmesini yaptıktan sonra satan kimse, uğraşan kişi, meslek vb.
anlamlı “-cı” eki artık başka bir anlamda ya da bu ekin yerine başka bir ek
kullanılamaz.
Aynı durum
çekim ekleri için de geçerlidir. “Kitap”tan “kitapçı” yaparsınız da aynı anlamı
“kitaba” ile veremezsiniz. “Oda” sözcüğüne yönelme anlamını “odayı” ile değil
“odaya” ile verebilirsiniz ancak.
Çoğul eklerinde
de aynı kesinlikte işler bu sistem. Sözgelimi bir kez “taş-lar” denmiştir;
artık Türkçede sözcüklerin çoğullaması “-lar/-ler” ekiyle yapılmak zorundadır: çiçekler, hayvanlar, aşklar… Türkçe
zihin-dünya-dil mekanizması ya ad
algısı başka türlü işlemez, işleyemez.
Dil içi görece nedenlilik her dilin kendi iç işleyişinde geçerlidir, dillerin işleyişi
bu zeminde olmak zorundadır: İngilizcede child-children (çocuk-çocuklar) , bag-bags
(çanta-çantalar), foot-feet (ayak-ayaklar), mouse-mice (fare-fareler), woman-women (kadın-kadınlar); Fransızcada cheval-chevaux (at-atlar); Almancada der Fuß - die Füße (ayak-ayaklar), das Fenster- die
Fenster (pencere-pencereler) …*
Eskiden bu yana bir uyarma, hatta azarlama,
cahillikle suçlama ile karşı karşıyayız
alıntı sözcüklerin çoğullanması konusunda. Daha çok da Arapça ve Farsçadan
geçmiş sözcüklerle ilgili.
Önce kısa bir liste verelim (öncekiler tekil,
sonrakiler çoğul):
Akıl-ukala,
amel-ameliyat, amil-amele, bahar-baharat,
cahil-cühela, ced-ecdad,
devlet-düvel, fakir-fukara,
fikir-efkâr, garip-gureba (gariban),
hak-hukuk), harf-huruf (yetmemiş bir kez daha çoğullanmış: hurufat), hüküm-ahkâm, isim-esma, kâfir-kefere, kısım-aksam, mal-emval, memleket-memalik,
meta-emtia, misal-emsal, mülk-emlak, resim-merasim,
tacir-tüccar, sınıf-esnaf, sır-esrar, şaki-eşkıya, şey-eşya, ufuk-âfâk, uss(usül)-esas, uzuv-aza, varak-evrak, vehim-evham, velet-evlat, veli-evliya, vuku-vukuat,
zulüm-mezalim…
Bu sözcüklerde çoğullama, “-at” biçimbirimi (amil-ameliyat, ) ve içten bükümle (akıl-ukala, zulüm-mezalim) olmuştur. Bu
çoğullama biçimleri Türkçede, dolayısıyla Türk biliş (zihin-algı) dünyasında
yer almaz. Eğitimli çok küçük bir kesim bilir bunları ancak.
Türkçede çoğullama “-lAr” biçimbirimi ile
yapılageldiği, çoğullamanın dil içi görece nedenliliği bu birim üzerinden
işlediği için halk bu sözcüklerin her birini doğal olarak kendi zihin ve dil
işleyişine göre çoğullayacaktır, çoğullamıştır da: cahiller, ameleler, fukaralar, kâfirler, tüccarlar, şeyler, eşyalar,
veliler, evliyalar…
Başka dillerdeki çoğullama mantığını bilmediği,
biliş mekaniğine yabancı olduğu için, Türkçe, bu tür sözcükler arasındaki anlam
farkını tekil-çoğul ilişkisinin dışına, sözlükselliğe taşımıştır. Yani anlam
farklılaşmasına uğramış apayrı sözcükler olarak kullanıma girmiştir artık
bunlar: hak-hukuk, misal-emsal, taraf-etraf,
veli-evliya…
Onun için de, “-lAr” biçimbirimini taşımayan
her sözcük tekildir ve dolayısıyla ancak bu biçimbirimle çoğullanabilir. evraklar, garipler, sınıflar, şakiler,
ufuklar
Arapça ya
da Farsça aslı çoğul olan aşağıdaki sözcükler de işte bu nedenle Türkçeye
tamamen tekil anlamlarıyla yerleşmiştir:
Ahbap (tekili habib), aidat (tekili â’ide), akran (tekili karin), ambar (tekili enbar)…
Direnen sözcük yok mu peki? Olmaz olur mu hiç! “Erat”,
“erkân”, “şuara” gibi bazı sözcükler hâlâ direniyor sözgelimi.
Yabancı dildeki asıl anlamının izi tam
silinmemiş sözcükler biraz daha direnir ama sonuç değişmez. Çünkü dil böyle
işler.
Biliş böyle işler çünkü. Dil, o dili
konuşanların ortaklaşa malı olarak kendi doğallığında evrilir.
Bu işleyiş
dilcilerin, eğitimcilerin… elinde değildir.
Dilbilim bu
konuda böyle diyor, ben onun yalancısıyım.
Yazıyı bir
başka alıntıyla bitireceğim.
İşte Murat
Bardakçı’nın yazısından
bir bölüm, alt başlık attığı bölümün bir kısmı.
ECHEL DEMEK AZ GELİR
(…)
“Echel”, yani “cahilin
cahili”, “en cahil” sıfatı az gelir!
Dünyanın birçok dilinde bazı kelimeler, bir başka kelimenin çoğulu anlamına
gelirler. Kelime tekil halden çoğula geçerken değişir ve zaten çoğul olan yeni
şekli artık bir daha çoğul yapılmaz. Meselâ, İngilizce’de “çocuk” demek
olan “child”ın çoğulu “children” olur;
Fransızca’da hayvan mânâsındaki “at”ın karşılığı “cheval”,
çoğul hâle gelirken “chevaux”ya döner ve bunların sonuna çoğul
eki “s” gelmez.
Bu özellik, bizim Arapça’dan aldığımız bazı kelimelerde de mevcuttur. Hani,
İstiklâl Marşı’nın “Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar” mısraında
geçen “âfâk” kelimesi var ya, onun gibi... “Âfak” sözü “ufuk”un
çoğuludur ve “âfaklar” olmaz.
“Esnaf” da öyle... “Sınıf”ın
çoğuludur, “esnaflar” denmez ama kelimenin argo karşılığına takan
Türkçe cahillerinin marifetine mal bulmuş Magribî gibi sarılan basınımız
günlerdir “esnaflar” diye yazmaktadır ve bu yaptıklarına “echel” demek
bile az gelir!**
Demek ki neymiş?
Anadili, sizin iddia ettiğiniz gibi değil, kendi anlam kurallarına göre işliyormuş…
Size “echel” demek bile az gelir.⁕⁕⁕
* Bu dillerde sözcükleri çoğul
yapma biçimleri bizdeki gibi düzenli değildir, buraya üç beş örnek alınmakla
yetinilmiştir.
** Murat Bardakçı, “Sık kullandığımız kelimelerin
kökeni”, https://www.haberturk.com, 25.03.2015.
⁕⁕⁕ Bu sözüm, elbette Birgün gazetesinin
değer verdiğim köşeyazarına yönelik değil; böyle konularda fazla iddiacı tutum takınan, kendi gibi
düşünmeyenlere küçümseyici davranan, aşağılayıcı sözler söyleyen Murat Bardakçı
gibilere yöneliktir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder