21 Kasım 2010 Pazar

Bir pazar günü...

Birkaç günün sıcak havasının yerini bugün soğuk aldı. Sabah yürüdüm, döndüm eve; duş, kahvaltı, gazeteler... Oysa uyanır uyanmaz bir arkadaşı aramam gerekiyordu. Sevdiğim biri üstelik. Şu ana kadar da aramadım onu. Bazen böyle oluyor işte; başkalarına ilişkin bir şey yapmak gelmez içimizden, bencilliğimiz tutar. Kendi içimize, kendi avareliğimize dönmek isteriz. Çok sevdiğimiz birine bile aldırmayız sanki bıkmışız gibi ondan. Dünya bir yana, kendimiz bir yana...

Uzun bir tatilin son günü. Televizyon haberlerine göre, tatilden dönenlerle tıklım tıklım yollar. Bu kez "trafik canavarı" pek görünmemiş ortalıkta sanki, kaza ve ölüm haberleri dikkatimi çekmedi. Sevindirici bir durum...
Tatil sonunun rehaveti mi acaba bendeki durgunluğun nedeni? Oysa bazı hazırlıklar yapmam gerekiyor. En azından biraz ütü... Şu saate kadar, haftaya hazırlık adına hiçbir şey yapmadım. Oysa niyet, pek çok şey yapmaktı. Kitaplığın düzenlenişini bitirmek, kitapların bazılarını karıştırmak, bir yazı için kısa bir hazırlık… Giderek bir gevşeklik oluştu zihnimde ve bedenimde. Oldu olacak, ne de olsa lider Trabzonspor, onun maçını izleyeyim bari göz ucuyla...

Bir süredir göğsümde bir ağrı. Gidip gelen. Şimdi de bastırıyor. Kalp olabilir mi? Sanmıyorum. Öyle olsa başka belirtileri de olur. İç huzursuzluğun, yaşamdan memnuniyetsizliğin sonucu sanırım. Görünen bir nedeni olmasa da, bir şeylerin eksikliği, sanki...

Puslu bir gökyüzü, sisli bir Ankara günü. Sonbaharın sonuna geliyoruz, hızla dökülen yaprakların renklilikleri de azaldı. Cep telefonuyla çektiğim güzel görüntüler var, bir ara yüklemeliyim bilgisayara, hatta birazdan yapmalıyım bunu… Çaldırdığım fotoğraf makinesinin yerine yenisini aldım dün. Her acemi hevesli gibi doğa fotoğrafları önceliğim olmuştu şimdiye kadar, bir de kişisel yaşamla ilgili çekimler. Bu mayıstaki Urfa-Birecik gezisinden sonra farkına vardım bu zaafımın. Ne çok yeri gezmiştik bu yolculukta. Sonradan kendime kızmaya başlamıştım yerel yaşantı çekimi, portre çekimleri yapmadığım için…

Avrupalı Yazarlar Parlamentosu‘nun ‘Onur Konuğu’ (diğer ‘Onur Konuğu, Yaşar Kemal) V. S. Naipaul’u pek tanıdığım söylenemez. Bu yazara 2001 Nobel Edebiyat Ödülü de verilmişti. Onunla ilgili yazıların bazılarını okudum, onun üzerinden yapılan “sömürge aydını” tartışmalarını izliyorum. Tepki olarak toplantılara katılmamak yerine bu yazarı toplantılarda sıkıştırmak bana daha doğru geliyor. Bildiğim kadarıyla, Bülent Somay’ın da dediği gibi, “Naipaul son dönemdeki yaygın ve ırkçı kökenli İslamofobinin bir parçası değil, onunki daha ziyade aşırı-modernleşmeci, Garplı-züppe bir İslam-sevmezlik.”

Bu düşünce dünyası kişisel ve toplumsal tarihimizde bizde de egemen değil miydi? Solun büyük bir kesimi, özellikle bizde modernleşmeyi bu çizgide yaşamamış mıydı?

Sol bütün dünyada kapitalizmin modernleşen yüzünün ürünü olduğu için eleştirisini modernizmin bu yönlerine pek yöneltmemişti. Modernleşmenin olumluluklarıyla vardığı mağrurluk, 20. yüzyılda, özellikle 2. Dünya Savaşı’nda dibe vurmuştu ama biz bunun eleştirisini de emperyalist kapitalizme-faşizme yapmakla sınırlamıştık.
Bizim kesimin çoğunluğu ne yazık ki bu eski hastalığı atlatacak gibi görünmüyor.

Yazıya gündüz başlamıştım, şimdi Ankara karanlığa bürünmüş durumda. Araya pek çok meşguliyet girdi, hatta bilgisayarı bir iki kez açıp kapattım. Televizyonda şu an G.Saray M.P.-FB Acıbadem kızlar voleybol maçı. Üçüncü seti de FB kazanıyor.

Dışarıda soğuk artmış. Gökyüzünde tek tük parlak yıldızlar. Cılız yıldızlar kirli sis engelinde. Birazdan bir şeyler atıştırıp toparlanmalıyım. Yarın haftanın ilk iş günü…

Ey tembellik hakkı, nerdesin? *




     * Bu cümleyi yazar yazmaz bir kitap geldi aklıma: Tembellik Hakkı-Paul LAFARGUE

Fransız siyaset adamı Paul Lafargue'ın "Tembellik Hakkı" adlı yapıtı ilk olarak 1883'te basılmış, "Komünist Manifesto"dan sonra 1917 Sovyet Devrimi'ndeki en etkili eseri sayılmış.

Yazar Lafargue' ın siyaset adamlığı dışındaki en önemli özelliği Karl Marx'ın güveyi olması. Bu özellik kendisine de kitabına da olan ilginin artmasını sağlıyor. Yaşam görüşü de doğal olarak Marx'ın çizgisinde.

1 yorum:

  1. Ne büyük hata! Haberleri iyi izlememişim demek ki. Daha önemlisi, insanımızın bazı konularda değişebileceği, akıllanabileceği gibi bir saflık göstermem.

    Yazının bir yerinde şöyle yazmıştım: "Bu kez "trafik canavarı" pek görünmemiş ortalıkta sanki, kaza ve ölüm haberleri dikkatimi çekmedi. Sevindirici bir durum..."

    Dün akşam haberleri izlerken donup kaldım oturduğum yerde:

    "Arife ve 4 günlük Kurban Bayramı süresince yurt genelinde meydana gelen trafik kazalarında 79 kişi öldü, 462 kişi yaralandı."

    Kendi saflığımamı kızayım, insanımıza mı? Ya ölenler, kazaya uğrayanlar, bunların yakınlarının durumu?.. Duyduğum üzüntü elbette hiçbir şeyle kıyaslanamaz...

    YanıtlaSil