Bütün dünyada koronovirüs günleri. Bir yandan bahar, bir yandan telaş. Çok az sayıda insanla doğrudan temas hâlindeyim. Kıyıda yürüyorum, fotoğraflar çekiyorum, film izliyorum, okuyorum, okuyorum...
Karl Marks'ı yakından bilenler, ondaki güçlü
ironik yaklaşıma değinmeden onun adını anmazlar. Düşünüyorum da şairler için
"bilmezler, ama yaparlar" sözü dudaklarının arasından dökülürken
Marks'ın gözlerinin içi muzipçe parlamış olmalı diyorum. Şairlerin yaptıkları
işleri açıklama bahsindeki kadim beceriksizliklerini bundan daha iğneleyici bir
dille ifade eden başka bir cümle hatırlamıyorum. Peki, nasıl oluyor da inşaa
edenin bile açıklamakta güçlük çektiği şiir gibi başı sonu belirsiz bir
etkinlik, onu okuyanların, dinleyenlerin indinde ilgisiz ve sevgisiz
kalmamıştır hiç? Bu soruyu Marks'a sorsak, şöyle mi derdi: "Bilmezler, ama
severler."
Farkındayım, şiir okuru dediğimiz insan
tekinin her gün biraz daha azalmasından duyduğum üzüntü, yerini kimi zaman
kırgınlığa, hatta kızgınlığa bırakıyor. Bundan ben de hoşnut değilim, ama ne
yapayım ki duygum bu. Ve farkında olduğum bir şey daha var: Duyguların ürettiği
sorunlar, çözdüklerinden kat kat fazla. Okuru, yetkin bir şiir bilinci
taşamadığı için suçlamak, bunlardan yalnızca biri. Salimen düşünmek, bu bilinci
uyandıracak somut öneriler geliştirmek, dahası eğitsel bir çaba içinde yorulmak
gerekiyor.
Şairlerin, bir işin üstesinden
gelebilecekleri bilgi formasyonuna sahip olduklarını kabul etsek bile, böylesi
ağır, böylesi zahmetli bir işe girişmedikleri biliniyor. Bu durumda görev
eleştirmenlere, özellikle de dilbilimcilere düşüyor. Neden derseniz; çünkü şiir
bilinci demek, tastamam bir dil bilinci demektir. T. S. Eliot, 1948'de yazdığı
"Poe'den Valery'ye" adlı özlü denemesinde, bu gerçeğin altını,
dikkatlerden kaçmayacak bir biçimde çiziyor: "İlk şiirlerde ya da şiirden
zevk almanın en temel biçimlerinde dinleyenin dikkati konuya yöneltilir; şiir
sanatının etkisi, dinleyici bütünüyle bu sanatın bilincine varmaksızın
duyumsanır. Dil bilincinin gelişmesiyle başka bir aşamaya ulaşılır; bu aşamada,
o zamana değin okur olabilecek dinleyici, öykünün kendi içinde ve anlatılma
biçiminde iki yanlı bir ilginin bilincine varır; başka bir deyişle biçemin
ayırdına varır." Eliot, "biçemin ayırdına varmak" diye
adlandırdığı, okurun şiir karşısında kaydettiği bu ikinci aşamaya, "artan
özbilinç ya da dil bilinci" de diyebileceğimizi söyler.
Görüldüğü gibi, şiiri sadece bir
"konu" bütünü olarak karşılayan kavrayış, öykü ya da roman karşısında
bir dereceye kadar anlaşılabilir; ama söz konusu şiir olunca derde deva
olmaktan uzaklaşıyor. O halde şiir okurunun herhangi bir edebiyat okurundan
farklı bir formasyona ihtiyacı var. Bu formasyon da ancak anlambilim
meselelerine yakınlıkla edinilebilir. Ne yazık ki ülkemizde anlambilim alanında
geniş boşluklar var. Dolayısıyla Türkiyeli şiir okurunun fazlaca bir seçeneği
yok bu konuda. Yıllardan beri anlambilim meselelerine kafa yormuş değerli yazar
Nizamettin Uğur'un "Sözcüğün Anlam Açılımı" alt başlığıyla Doruk
Yayımcılık'tan birkaç ay önce çıkan "Anlambilim" adlı yapıtının, bu
boşluğu doldurmada önemli bir adım olduğunu düşünüyorum.
Zira anlambilim sarmalı, döner dolaşır
"sözcük" düzeyinde sarpa sarar her defasında. Hatırlamakta fayda var;
bundan yıllar önce "şiir gelip sözcüğe dayandı" demişti Edip
Cansever. Bu nedenledir ki sözcüğün anlam açılımı üzerine bilimsel her çaba, aynı
zamanda çağcıl şiire ilgi duyan "şiir dinleyicisi"nin "şiir
okuru" katına çıkmasına da hizmet edecektir. Eliot'un deyişiyle şiir
okurunda özbilincin artmasını, dil bilincinin oluşmasını sağlayacak saygıdeğer
bir hizmettir bu. Nizamettin Uğur, bu çalışmasıyla saygın bir hizmet görüyor.
Kitabın arka sayfasında yazıldığı gibi, sistematiğiyle alanında tek olan bu
çalışmada, anlamın diyalektiği ve boyutları ile sözcük-anlam bağlantıları,
gerçek anlam-mecaz anlam ekseninde ve bu ekseni geniş bir sınıflandırmaya tabi
tutarak ele alıp irdeliyor. Kavramlaştırmalardaki dikkati, örneklendirmelerdeki
açıklığı ve anlatımındaki yalınlığı, bugüne dek çeviri kökenli çalışmalardan
canı epeyce yandığı için, anlambilim denince ürken okurlara da rahat bir nefes
aldıracak kanımca.
Nizamettin Uğur'un yaptığı işin önemi de
burada. Yabancı dillerin kendi mantıklarına oturan, ama Türkçeye
uyarlandıklarında kafa karıştıran ithal ikâme kavramlarla yaklaşmıyor Türkçe
sözcüklerin anlamsal katmanlarına. Gerçi bir karşılaştırma gereci olarak zaman
zaman onlardan da yararlanmıyor değil. Fakat Türkçe sözcüklerin anlamsal
yapılarına özgü kavramlaştırma ihtiyacının onlarla karşılanamayacağının
bilinciyle yaklaşıyor onlara. Zaten kitabın üçüncü bölümünde yer alan üç ayrı
tartışma yazısı, Fransızcadan ya da İngilizceden eksik okumalarla devşirilmiş
kavramlarla anlambilim meselelerinde fikir yürütmeye çalışanların
yetersizliklerini yeterince açığa vuruyor.
"Bilmeden yapan" şairlere,
"bilmeden seven" şiir okurlarına, çocuklara ve gençlere "şiir
öğreten" öğretmenlere, dil ve edebiyat öğrenimi gören herkese,
"Anlambilim - Sözcüğün Anlam Açılımı"nı okumayı öneriyorum.